E-BÜLTEN

E-bültenimize abone olarak
en son bilgilere ve haberlere ulaşabilirsiniz.

Ana SayfaPiyasaBorsa İstanbul'un yükselişi ve Araplardan gelen para---

Borsa İstanbul'un yükselişi ve Araplardan gelen para

Borsa İstanbul'un yükselişi ve Araplardan gelen para
06 Haziran 2017 - 09:55 borsagundem.com

"Nedense ülke olarak komplo teorilerine inanmaya çok meyilliyiz. Son dönemde BİST'in yükselişi ve TL'nin değer kazanması "Araplardan para geliyor" söylemini yine canlandırdı…"

1991 yılında TOBB, KOSGEB ve bankaların ortaklığında kurulan Kredi Garanti Fonu'nun (KGF) kuruluş kaynakları sınırlı olduğu için şimdiye kadar etkisi de sınırlıydı. 2009'daki küresel krizle birlikte KOBİ'leri desteklemek amacıyla sisteme Hazine Müsteşarlığının dahil edilmesi ve kredi garanti kurumlarına bir milyar liraya kadar nakit kaynak aktarma konusunda yetkili kılınması sisteme farklı bir boyut getirdi. Ancak son olarak 10 Mart 2017 tarihinde yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı kapsamında Hazine destekli kefalet sisteminde kredi garanti kurumlarına sağlanacak destek miktarının 2 milyar liradan 25 milyar liraya çıkarılması ve sağlanacak kefaletlerin bakiye tutarının üst sınırının 20 milyar liradan 250 milyar liraya yükseltilmesiyle sistemin kapasitesi radikal biçimde artırıldı. Sistemin hızı ve etkinliği ilave yasal düzenlemeler ve operasyonel iyileştirmelerle de desteklendi. Örneğin Portföy Garanti Sistemi (PGS) öncesinde, kefaletlerin tahsisi ve onaylanması süreci KGF bünyesinde oluşturulan "kredi onay komiteleri" tarafından yürütülüyordu. Ancak PGS'nin hayata geçmesiyle kefaletlerin tahsisi ve onaylanması süreci bankaların içsel derecelendirme sistemlerine bırakıldı ve fonun bu süreçlerdeki rolü minimize edildi. Böylece Hazine destekli kefalet sistemi hem dev boyutlu hem de çok hızlı çalışan etkin bir mekanizmaya dönüştü.

2009'dan bu tarihe kadar Hazine desteğiyle sağlanan kefaletlerin bakiyesi sadece 4 milyar lira ve sadece 11 bin firma yararlanırken bu düzenlemelerden sonra KGF Web sitesine göre 186 bin 131 şirkete 122,3 milyar lira kefalet, 137,3 milyar lira kredi kullandırılmış. Yani yeni düzenlemeyle tabiri caizse KGF kullanımı patlamış durumda. Toplam kefaletin yüzde 90'ı ile KOBİ'ler desteklenmiş. KGF'den destek alan KOBİ'lerin içinde mikro ve küçük işletmelerin payı yüzde 66. Bu çerçevede kullandırılan kredilerin faizi ortalama yüzde 14 seviyesinde ve ortalama vadesi ise 40 ay. Nereden baksanız inanılmaz ölçekte bir program. Aslında bu rakam tamamen kredi büyümesi değil ama bu sistem olmadan bankacılıkta kredi büyümesinin bu şekilde artması da mümkün değildi.

Açıklanan bilgilere göre sağlanan kredilerin yüzde 64'ünün yeni kredi, yüzde 20'sinin ilave, yüzde 5'inin ise yenileme olduğunu görüyoruz. Batık alacaklar finanse edilmiyor gibi gözükse de birçok şirketin KGF sistemiyle yarattığı fonlarla rotatif kredileri kapatma, batık kredileri yüzdürme, araç, ofis hatta villa alımı gibi işletme faaliyetlerine olumlu katkısı olmayacak verimsiz kullanımlar yaptığı yönde eleştiriler de geliyor. Hatta son dönemde artan yurtiçi döviz alım talebini yine bu kredilerin beslediği iddia ediliyor. Yine de ne olursa olsun bu programın bir şekilde kısa ve orta vadede ekonomik aktiviteye ve istihdama olumlu katkı yapıyor olduğunu kabul etmek lazım.

Nitekim Uluslararası Finans Enstitüsü, Türkiye ekonomisine yönelik tahminlerini yeniden belirledi ve gerekçe olarak Kredi Garanti Fonu kefaletiyle oluşan 140 milyar liranın ekonomik büyümeye katkısına işaret etti. Türkiye ekonomisi için 2017 yılına ilişkin daha önce belirlediği büyüme tahminini de yüzde 3'ten yüzde 4,2'ye yükseltti. Kurum, KGF'nin büyümeye bir puandan fazla katkı yapacağını hesaplıyor.

Büyümenin dışında KGF'nin başka etki alanları da oldu. Artan krediler TL fonlaması ihtiyacını artırarak para piyasalarında ağırlıklı fonlama maliyetlerini yükseltti. Zaten mevduat kredi oranı belli bir limite gelmiş bankacılık sisteminde paranın maliyetleri arttı. TL mevduat/kredi oranı yüzde 145'lere çıkarak tarihi rekor seviyelere geldi. Bankalar ayrıca artan krediler dolayısıyla sermaye yeterlilik rasyolarını da korumak durumunda kaldılar ve birçok banka, sermaye benzeri eurobond ihraçları gerçekleştirdi. Özellikle sermaye yapısı güçlü büyük bankalar bu gidişattan şimdilik memnun olmalı. Bu bankaların önümüzdeki dönemde kredi kapasitesinin artmasıyla karlılıklarının arttığını görmeye devam edeceğiz.

KGF sistemi bu haliyle ekonomi için gerçekten de önemli bir kaldıraç olarak kullanıldı. Ancak referandum öncesinde ekonomik aktiviteyi canlı tutabilmek amacıyla alınan bu karar şimdi Hükümete ciddi bir sorumluluk yüklüyor. Bir işletmede ya da bir piyasa pozisyonunda eğer işler yolunda giderse kaldıraç kullanmak iyi sonuç verebilir ama değilse sonu normalden çok daha kötü biter. Bu sisteme son dönemde girenlerin büyük çoğunluğu sermaye gücü ve işletme karlılığı sıkıntılı şirketler. Bu yüzden bu kaldıracın ertesinde siyasi yönetimin atacağı adımlar, ekonomi açısından çok daha fazla önem kazanıyor.

TL maliyetlerinin ve ekonomik aktivitenin artmasıyla Merkez Bankası açısından da hassas bir denge ve yönetilmesi zor bir dönem oluştu. Ekonomik aktivitede güven unsurunun zayıflaması ya da dış ticarette yaşanabilecek bir kriz ya da yapısal bir yavaşlama, önce kredi kapasitelerini olabildiğinden fazla artıran şirketleri, ardından bankacılık sektörünü ve nihayetinde de ekonominin genelini ciddi şekilde vurabilir. Dış ve iç ekonomik aktörlerin güven kaybına neden olacak hareketleri hem faizleri hem de kurları yeni seviyelere çıkartabilir. KGF ile gelen baharın devam etmesi Hükümet'in bu sorumluluğunun farkında olmasında yatıyor. Yoksa bahar çok hızla kışa dönebilir.

BORSA İSTANBUL'UN YÜKSELİŞİ VE ARAPLARDAN GELEN PARA!

Nedense ülke olarak komplo teorilerine inanmaya çok meyilliyiz. Bu bir ruh hali mi yoksa genel bilgi düzeyimizle ilgili bir sıkıntı mı acaba? Belki de ikisi birden. TL değer kaybettiğinde "dış güçler" söylemi ağırlık kazanırken piyasalara para girişi olduğu zaman da "Araplardan para geliyor" söylemi alıp başını gidiyor. Son dönemde BİST'in yükselişi ve TL'nin değer kazanması "Araplardan para geliyor" söylemini yine canlandırdı. Ödemeler dengesinde açıklanamayan net hata noksan kalemi de bu söylemi kullananlar tarafından kanıt olarak sunuluyor.

Finansal piyasalar için uluslararası fon akımları çok önemli. Bu fonlar da daha çok Batı ülkelerinin tasarruflarıdır. Bu fonların kim oldukları ve gecikmeli de olsa hareket tarzları zaten bellidir. Eğer küresel ölçekte risk iştahı artarsa gelişmekte olan ülke fonlarına alokasyonlar artar ve ağırlıklarına göre bu ülkelere para girişi olur. MSCI EM endeksinde örneğin Türkiye'nin ağırlığı yüzde 1, Çin'in ağırlığı ise yüzde 27,6. Yani gelişmekte olan ülkelere aktarılan her 100 dolarlık fonun 27,6 doları Çin'e giderken 1 doları Türkiye'ye giriyor. Bu oranlar, ekonominin büyüklüğü ve sermaye piyasalarının derinliğiyle ilgili uzun vadeli stratejik rakamlar... Ülkeye özel riskler, ucuzluk faktörleri ya da fırsatlar oluşursa bu ağırlık taktiksel yani kısa vadeli olarak arttırıp azaltılır. Bu fon hareketlerini bu yüzden gerek çıkış gerekse giriş olduğunda birtakım komplo teorilerine bağlamak doğru bir düşünce tarzı değil.

Yılbaşından bu yana risk iştahına bağlı olarak gelişmekte olan ülkelere fon girişleri arttı. Son dönemdeki emtia fiyatlarının seyri, ileriye dönük olarak bu konuda iyi işaretler vermese de şimdilik bu iştah canlı. Türkiye de bundan olumlu etkilendi. Referandum sürecinin sonuçlanmasının kısa ve orta vade için sağlayacağı istikrar carry trade'i de canlandırdı.

Birçok parametreye göre uluslararası benzerlerine göre iskontolu işlem gören başta bankacılık olmak üzere BİST hisseleri böylece hızla değer kazandı ve TL güçlendi. Bunun daha önce belirttiğim gibi Araplarla veya Katarlılarla bir alakası yok. Katar bir gaz üreticisi olarak düşük petrol fiyatları nedeniyle sıkıntılar yaşayan diğer Körfez ülkelerine göre biraz daha iyi durumda olmakla birlikte bölge geneli kendi dertlerine düşmüş durumda. Ayrıca ödemeler dengesindeki net hata noksan kaleminin de bununla ilgili olmadığı gerek Merkez Bankası gerekse diğer uzmanlar tarafından zaman zaman ortaya konuyor. Kaldı ki "Araplardan para geliyor" söyleminin yaygınlaştığı bu dönemde net hata noksan kalemi açık verdi.

Bölge ülkelerinin, Kuveyt dışında zaten böyle bir sermaye piyasası kültürü de yok. Katar son dönemlerde iki ülke ilişkilerinin iyi olmasına bağlı olarak birtakım gayrimenkul ve doğrudan alım işlerine kısmen girdi ama o kadar. Bunlar ülkeye giren uluslararası fon akışları içinde önemsiz düzeyde. Körfez ülkeleri yerleşiklerinden gelen sınırlı düzeydeki emlak alımlarının ise çok daha fazlasını Türkler şimdilerde Avrupa'da oturum alabilmek için Portekiz, Macaristan, İspanya veya Yunanistan gibi ülkelerde yapıyor.

Son dönemde sermaye piyasaları baharını yaşatan para girişleri çok büyük oranda Batı ekonomilerinin tasarrufları. Bu fon akımları kısa vadeli riskleri göz ardı edebilirler ama uzun vadeli stratejik alokasyon kararlarını değiştirecek majör siyasi, hukuki ya da ekonomik kararlar olursa Türkiye bu girişlerden mahrum kalabilir. Bu ligde olmak ve bu ağırlıkları en azından korumak önemli.

BÜLENT TOPBAŞ/FORBES TÜRKİYE DERGİSİ

 

Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.

ETİKETLER :
YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)