Önder Arslan [email protected] Önder Arslan

Sebat.....

04 Ekim 2019, 08:13 - -

Karşı ev. Çamurla sıvanmış. Hiç de düzgün olmayan merdivenli. Altı ağıl, üst ev. Cenaze çıkalı kırk gün olmadı. Bu kırkın kutsanmasının nedenini de bilmem. Kırkı çıkmadan ikinci kadın da alınır mıymış kınamasıyla indi duvaksız gelin. Kınası yok, kınaması çok. Haksız mıydı tıraşsız damat? Kırk davar, bir çocuk. Kim görecekti işi gücü. Haklıydı. Yaşamanın kuralı. Hem harman vakti yaklaştı. Zahire yapılacak. Kim kimin derdine koşar ki, haydi kırkı çıksın dese. Uçkuruna düşkünmüş desek, olmaz. Tamam kız aldı. Hem de parasıyla. Kars'tan mı, Kağızman'dan mı? Oralardan bir yerden. Kürtmüş. Türkçesi kıt. Olsun. İş görür ya ona bakmalı. Bu ırgat işe yarardı. Hem gece, hem gündüz. Gündüz işçiliğiyle, gece gönül almasıyla...

Gece evin efendisi ağıla inmişti. Duvara çakılı iki çivideki ipe sürgülü perde açıktı. Kadın geziniyordu. Elinde köz tavasıyla, ya da aynı işi görecek bir şeyle. Sonra kaçanı kovalar gibi hal takındı. Koşturmaya başladı. İçerdeki olanları duymam için yeterince uzaktı. Görmem için yakın. Sonra uzaklık yakınlaştı. Duyabiliyordum. Çığlık. Bir körpe çığlığı. İlk çocuk yıllarına çığlıkla merhaba diyordu, öksüz. İlk kez anasızlığı bu kadar yakın hissetti kendine, ilk kez babasını bu kadar uzak. Evin efendisinin zil gibi kulakları duymaz olmuştu. Ne için ağıla girdiği belli değildi. Ama ne için çıkmadığı belliydi. Taze gelin haklı mıydı, bilemem. Ama açık perdeyi fark ettiğinde çekişi, çekişindeki hırsı, öykülenmeye değerdi.

Satılmanın öcü müydü? Sevdasının bitişinin mi? Hayallerinin arkası yarınsız kalışının mı? Belki Şirin, belki de Aslı sevdasını yaşamaya başladığı bir yaştı. Yokluğu zenginliğiydi. Çobana gönül vermediği kesindi. Ağa oğluna sevdalanması gerektiğini dinlediği köy masallarından öğrenmiş olmalıydı. Öçtü, ölçmeden yaptıkları. Maddenin tabiatı gereği, maneviyatının baş kaldırmasıydı. Haklı bir üvey annenin olduğu bir masal okudunuz mu hiç? Buyurun. Zira oralardan kopup gelirken, gitmek istediği sorulmadı ki? En baş edilebilir ağlama duvarı, bir körpeydi. Suçsuz, günahsız.

İçine atamaz mıydı, şeytanlığını bastırıp bir melek olamaz mıydı, yüreği hiç sızlamaz mıydı? O körpeyi, kasıklarında sancı hissetmeden bulmasına...Hem kaderciliği yok muydu? Kaderciliği yemiş yutmuş ellerin adsız asisi idi de, kimse mi bilmiyordu. Kim görecek seni, kim duyacak sesini? Cibilliyetsiz seni... böyle gelmiş, böyle gider....

Belki de böyle gelmiş, böyle gitmez. Vur, vur, tepesine, tepesine çivi gibi, çivi gibi çak, çak, çak...Belki sen tüm çaresizliğinle, çaresize çatıyorsun. Ölümü göze alarak yapmadığın belli be kadın. Ölümü göze alsaydın, vardığın yerde değil, geldiğin yerde kıssadan hisse olurdun. Orada ölsen, satılacak kız babası, kız anası için vicdan muhakemesi olurdun. Hadi oradan mı dedin? Neden? Yoksa ölümünüz hükümsüz mü, değersizliğinizin...yoksa nasılsa güccük kız duruyor mu deniyor arkanız sıra...yoksa ardınız sıra yakılan ağıtlarda...getti beş metre zencirrrrrr...üç beş bilezikkkkkk mi deniyor? Kim bilir?

İçgüdünle satanı değil, satın alanı mı hedef seçtin? Farkında olmadan savaşın içinde misin? Stratejilerin plansız ve hedefin belirsiz. Ne soğuk, ne sıcak savaş. Hep hücum, hep savunma. Girdabın içine dalarak, girdaptan çıkma savaşı...asıl hedef belki de körpe değil kim bilir? Dedim ya hedefi belirsiz...

Gece çok ilerlemişti. Efendi ağıldan çıkma cesaretini toplamıştı. Erken ölen avradını düşündü. Neylesin ki, kader? Mukadderat. Yaşaması gerekiyordu. Ocağın tütmesi. Ocağın sönmesi kaldırılacak yük değildi. Herifti. Kaç göbek öteden beri itibarları vardı. Ne nizalı oldukları akrabalarından, ne ahbaplarından medet ummazdı. Şöyle yaşı yaşına, başı başına uygun birini bulmak için. Duvara işlemeyle işletmişti. Kanaviçenin üzerine, yaldızlı hem de...namerde değil, etme merde muhtaç...diye. Herifti. Gerçekten tuttuğunu sıkacak, suyunu çıkaracak cinsten. Ağıldaydı şimdiye kadar. Herifler ağlamaz diyerek, yemliğin kim bilir hangi kısmını ıslattı. Ruhu düşkündü. Perişan. Kuzuları bir başka merhametle sevmesi nedendi, tütünün dumanını içinin en derinine göndermesi, dışına bırakmamaya çalışması nedendi? Bunlar soru değil, başına açtıklarının bir cevabıydı. Çözümsüzlüğü tanımamışlardı neyse ki! .. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler?

Çayım demliydi. Sigaram daha bir dertdaş. Yüreğimi bir şükür dalgası kapladı. Bir insanın, beni bağışlasın adı hemen de aklıma gelmeyen bir insanın dediği, aklıma geldi. Mutluluk; olmayana ulaşmaya çalışmak değil, olanın değerini bilmektir dediği, aklıma geldi. İçeride uykuya dalan on beşindeki bebeğimi düşündüm. Girip sıkıca sarılmak geçti içimden. İyi ki, karşı komşumun yaşadıklarını yaşamıyorum. Balayından, çoktan zehir zemberek ayına geçiş yapmış evliliğimin aslında bulunmaz nimet olduğunu anlıyorum. Hayalime zorla sızmanın sancısını çekiyor karşı evde yaşanılanlar, def ediyorum. Şükür iyiyim. İyi ki başıma gelmemiş. İbret alıyorum. İbret alınası halimle... Şükrümden ufaldıkça ufalıyorum, aldığım ibreti ne yapacağımı bilmiyorum. Vicdan denen meret düşmanım iş başına gelmek istedikçe yok sayıyorum. Sefillerin bence haklı fakat sevimsiz polis müfettişi Javert sanki... Kaçıyorum. Bu kez kendime kaçıyorum. Her şeyden. Gelinden, damattan, öksüzden, vicdanımdan ve hatta polis müfettişi Javert'ten bile...

Günlerin, günlerden farkı yoktu. Öksüz, gelin, damat her gün aynı oyunun değişik sürümlerini oynadılar her defasında.

Ta ki o güne kadar. Koşuyordu öksüz. Yok yok kaçıyordu. Kaçarken yerleri göz yaşıyla ıslıyordu. Hem ağlamayı hem söylenmeyi nasıl da beceriyordu? Söylendikleri çocukçaydı. Annesinin mezarı mıydı menzili? Bir ölüden umut mu dileyecekti? Yoksa bir ölünün kendisinden aciz oluşunu mu görecekti? Kim bilir beterin beteri var tesellisiyle, ibret alacaktı. Faziletine fazilet katacaktı. Şükrünü artıracaktı. Kim bilir?

Bir ibret geçiyordu, şükrümüzü artırarak...gözümüzün önünden...inadına inadına... gözümüzün önünden. Görmezden geliniyordu inadına inadına...kaçmasını, koşma; ağlamasını, çocukluk gördüğümüz öksüz...

Kelimeler dökülüyordu. Toplayan hiç kimse olmaz mı? Olurdu aslında. Kimsenin bir işine yaramayınca olmuyordu işte.

Sonraları malzeme olmuştu, dedikodu salatamıza kaçışı. Kaçmıştı. Tüm çaresizliği çıkınıydı, umudu azığı... Kaçmıştı... sıladaki gurbetine...yanı başındaki uzaklığa...
Neden kaçtı ki sanki, başına gelen herkesin başına gelecek türden imtihandı. İnsan bu kadar adi olabiliyormuş meğer. Kaçışı suç ise davacısı yok, davalısı çok. Bir ölü eksikti yargıya gelmez. Bir ölü dedim de, yoksa kaçmasının tek sorumlusu öz be öz anası mıydı? Öyle olmalıydı. Her ihtimale karşı, dayanıklılık testinden geçirmeliydi onu. Dövmeliydi. Döverim, dememeliydi. Anne değil mi? Belki çok istemiştir de, hastalığı engel olmuştur, yargılamamalı. Hem ölünün arkasından konuşulmaz...sevabıyla, günahıyla çekip gitmiştir. Yargılanmamalı ölü...

Eylem daha bir etkiliydi, kelimelerdense. Döverim demektense, dövmek. Ölmüştü anacağızı. Öksüzdü. Üvey anasının gazabına geldi, babasının rahatlığına... Döverim derdi anacağızı, şimdi döverim denilmeden dövülüyordu. Kaçmıştı ta uzaklara...evlerinin on, on beş adım uzağına...

Tüm fukaralığıyla, köprü altında yaşıyordu. Tüm zenginliğinin farkındaydı. İşkencesinin her delili vardı yüreğinde, açılıp bakılası yüreğinde. Tineri bilmezdi. Üşüyünce içini ısıtıp, onu sarhoş edecek bir yokluğu yaşıyordu. Sokak çocuğu bile değildi. Onun hayaline vergi konulmasının önemi de yoktu. Hayali küçüktü. Gofret miydi, çikolata mı tercihinde zorlanıyordu. O hayalinde bile her şeyi istemiyordu. Nedensiz. Adaydı deli olmaya. Hırsız olamayacağı belliydi. Adı çıktı, çıkacaktı. Kırk gün sayılı gündü, gelir geçerdi. Dedim ya bu kırkın kutsanmasını bilmem diye. Kırk gün bir insana deli demek, deli edermiş insanı vesselam...

Sinmiş minikliği ile hiç sorulmadı ne olacağı. Sorulsaydı cevap belliydi. Her şey olacağı gibi. Belli.

Öğrenme, güdüydü. Öğreniyordu. Mürekkepsiz, mektepsiz, medresesiz. Neyi mi, korka korka korkmamayı. Aç kala kala aç kalmamayı. Acıya acıya acımamayı. Mezun olmasına yıllar vardı. Ama icazeti boynundaydı. Parasız eğitim alıyordu. Hatta özel ders. Tek derdi, mezuniyet sonrası işsiz kalacağıydı. Derdini bilmiyordu.

Sabır erdemdi. Erdemcilik oynuyordu. Adı Erdem. Oynadığının acısını yaşayarak. Ebe hep kendisiydi. Saklanan baba vicdanı, konu komşu duyarsızlığıydı. Hiç birini sobeleyemedi. Yine de oynadı hep. Bir başına.

Kaçıncı günüydü evden kaçmasının, bilmiyorum. Sanki dönmeyeceği sözünü vermişti.

Sebat, sözünden dönmemeydi.

Sebat et yavrum.

Sonra çık karşıma, vur beni...

Seni ben yetiştirdim.

Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.

YORUMLAR (2)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)
YAZARIN DİĞER YAZILARITümünü Göster