Ana SayfaTÜSİAD/Özilhan: Seçimlere yapılan itirazların niteliği, seçim kanunlarının düzgün uygulanması konusunda herkesin kafasında soru işaretleri yaratmıştır----

TÜSİAD/Özilhan: Seçimlere yapılan itirazların niteliği, seçim kanunlarının düzgün uygulanması konusunda herkesin kafasında soru işaretleri yaratmıştır

15 Mayıs 2019 - 11:46 borsagundem.com

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Toplantısında konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare
Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, "Seçimlere yapılan itirazların niteliği, seçim
kanunlarının düzgün uygulanması konusunda herkesin kafasında soru işaretleri
yaratmıştır" dedi.
Özilhan konuşmasında şunları söyledi:
"Yıllardır tüm enerjimizi yiyip yutan seçim maratonlarından hepimiz
yorgun düştük. Oysa ki enerjimizi önümüzdeki üç ayı değil, üç yılı,
hatta 30 yılı konuşmaya, derinde yatan sorunları çözmeye ayırmalıyız.
Sonuçlanması hiç alışkın olmadığımız kadar uzun süren 31 Mart
seçimleri, her şeyden önce ülkemiz için önemli bir demokrasi sınavı
oldu.
İktidar, muhalefet ve başta YSK olmak üzere devlet kurumları bu
seçimlerde büyük bir sınavla karşı karşıya kaldı.
Bu sınavda kimin ne not aldığını ileride tarih yazacak.
İyi işleyen bir demokrasinin en temel özelliklerinden birisi
iktidarın seçimle el değiştirebilmesidir. Alexis de Tocqueville?in 19.
Yüzyılda söylediği gibi, demokrasiler ilk bakışta güçsüz görünebilir.
Yüzeysel bakılınca karmaşa olarak görülebilecek olan şey, aslında daha
derindeki gücün anlaşılmasını zorlaştırabilir.
Demokrasiler, otoriter rejimler karşısında avantaj sahibidir.
Toplumsal değişimin yakıcı olduğu, mevcut iktidarların ve
liderlerin çetrefilli sorunlarla baş etmekte zorlandığı zamanlarda,
toplumun önünü açan çözümleri ancak demokrasiler üretir. Bu bazen
uzun vakit alır, çeşitli gel-gitler yaşanır ama sağlam temellere
sahip demokrasiler, sorunlarına çözümü elbette bulurlar.
İster yerel olsun, ister merkezi olsun, seçimlere şaibenin
zerresinin düşmemesi demokrasinin mevcudiyetinin en büyük ispatıdır.
31 Mart İstanbul seçimleri çerçevesinde gündeme gelmiş olan
iddialar, seçimlerin selameti konusunda geçmiş seçimlerde de dile
getirilmiş olan şüpheleri yeniden akıllara getirmiştir. Umuyorum ki,
Haziran ayında yenilenecek seçimler bu şüphelerin yersizliğini herkese
kanıtlasın. Seçim sonuçlarına itiraz, şüphesiz siyasi partilerin en
doğal hakkıdır. Hepimiz bu hak arama özgürlüğüne saygı duyarız.
Ancak, seçmen iradesine saygı duyulmasını da isteriz. Hakkaniyetli
koşullarda seçim ve seçmen iradesi demokrasilerin tartışmasız en temel
niteliğidir.
Seçimlere yapılan itirazların niteliği, seçim kanunlarının düzgün
uygulanması konusunda herkesin kafasında soru işaretleri yaratmıştır.
Seçim kanununda ve uygulamadaki aksaklıkların seçimler sonrasında
değil öncesinde giderilmesi, idarenin sorumluluğundadır.
Seçimlere şaibe düşmemesini sağlayacak olan da budur. Unutmayalım!
Hukukun üstünlüğü ve demokrasisiz hiçbir şey olmaz. Ne ekonomi olur,
ne de başka bir şey. Ve demokrasinin ilkeleri evrenseldir.
Oraya ya da buraya özgü olmaz.
Ya bu ilkelere uyulur ve demokratik bir rejim olunur ya da
uyulmaz ve başka bir şey olunur. Darbeler tarihine rağmen Türkiye?de
demokrasi hep çalıştı: Her seferinde demokrasiye geri dönüldü. Seçim
yoluyla görev devir teslimini de içeren bu demokratik geleneğe gözümüz
gibi bakmalıyız. Dilerim tekrarlanacak olan İstanbul seçimleri,
demokratik olgunluğumuzu teyit eder. Yeni fay hatlarına ve yeni
gerginliklere yol açmaz, özlemini duyduğumuz birlik ve beraberliği
sağlamamıza yol açar.
Bugün hepimiz biliyoruz ki ülkemiz bazı çok ciddi meselelerle
karşı karşıya. Üç temel alanda, yani ekonomide, iç siyasi yapıda ve
dış politikada sıkışmış durumdayız. Üstelik birindeki sıkışıklık
diğerini çözmeyi zorlaştırıyor.
İşimiz hiç kolay değil.
Bu alanların hepsindeki sorunların ikili bir yapısı var: hem
yapısal ve stratejik sorunlarla karşı karşıyayız hem
de bunları daha da ağırlaştıran konjonktürel sorunlar var.
Yapısal sorunları ancak uzun vadede çözebiliriz.
Ama kısa vadeli sorunları çözmek için de uzun vadede nereye
gideceğimizi bilmemiz, stratejik yönelimimize karar vermemiz
gerekiyor. Hedefimiz net, rotamız belli olmalı. Hedefimiz: 82 milyonu
ile mutlu, huzurlu, müreffeh bir Türkiye. Bu hedefe doğru yol alırken
rotadan şaşmamak için kullanacağımız üç çıpa var: ekonomide liberal
piyasa düzeni, kural temelli uluslararası sistemle olan ittifak, ülke
içinde de demokrasi ve hukukun üstünlüğü. Bu çıpalar olmazsa, nereden
eseceği belli olmayan rüzgarların önünde sürüklenmekten, türlü çeşitli
akıntılara kapılmaktan kurtulamayız. Bu çıpaların sağlamlığı
konusundaki endişeler güven kaybına yol açıyor.
Endişeler giderilmeli hem rotamız netleşmeli, hem de bu rotada
kalmamızı güvence altına alan araçlar güçlendirilmeli.

Yapısal sorunları çözebilmenin anahtarı budur. Konjonktürel
sorunlarla baş edebilmenin yolu da budur. Temel ilkelerde bulanıklık,
hedeflerden şaşmaya yol açar. İşte, 2023 hedeflerinden bu yüzden
uzaklaştık. Bu yüzden bu hedefleri artık konuşamaz hale geldik.
Ekonomiyi, dış politikayı ve iç siyasi yapıyı, her üçünde karşı
karşıya olduğumuz yapısal ve konjonktürel sorunları biraz daha açmak
istiyorum. Önce ekonomi ile başlayalım. Makroekonomik dengelerde uzun
süredir devam eden bir bozulma var. Bu bozulma 2007?de başlıyor.
Küresel kriz ile derinleşiyor. Sonra kısa bir toparlanma. Ardından
tekrar bozulma. Üretim alanında başlayan bozulma finansal alana
yayılıyor.
Oradan kamu maliyesini etkiliyor ve dönüp tekrar reel sektöre geri
geliyor. Türkiye 2002-2007 dönemindeki parlak günlerine bir türlü geri
dönemiyor. Türkiye ekonomisinin gücü sayesinde 10 yıldır tolere
edilebilmiş olan zafiyet, artık işçisinden işverenine, çiftçisinden
esnafına tüm kesimleri zorluyor.
Göstergelerdeki kötüleşme bir alandan diğerine giderek ekonominin
tamamına yayılıyor. İç ve dış borç göstergeleri kötüleşiyor bütçe
dengeleri bozuluyor ihracat artışı duraklıyor işsizsayısı artıyor
sanayi üretimi durağanlaşıyor dolar cinsinden kişi başı GSYH
rakamları geriliyor rezervler eriyor enflasyon yükseliyor halkın
alım gücü düşüyor faiz oranları artıyor Türk vatandaşı Türk
lirasından kaçıyor ve Türkiye küresel rekabette kan kaybediyor.
Küresel Rekabet Endeksi?ne göre 140 ülke arasında makroekonomik
ortam açısından 116. sıradayız. Enflasyonda 121., işgücü piyasası
verimliliğinde 111. sıradayız.
Yargının bağımsızlığında 111., kamu düzenlemelerine karşı yargıda
hak aramada 109., basın özgürlüğünde 129. sıradayız.
Bu nedenle diyoruz ki ekonominin düzelmesi için hukuk ve adalet
sisteminin düzelmesi gerekiyor. Devam ediyorum: öğretimde eleştirel
düşünmede 133., mesleki eğitim kalitesinde 132., dijital becerilerde
118., beceri sahibi çalışan bulma kolaylığında 117. sıradayız. Bunlar
ekonomiyi aşağı çeken girişimciyi, girişim yapamaz hale getiren bir
ayak bağı oluşturmuş durumda. Oysa ülkemiz pazar büyüklüğünde 13.
sırada.
Bu bize gerçekleştiremediğimiz potansiyeli gösteriyor.
Demek ki, demokrasi işler kılınırsa, hukukun üstünlüğü tesis
edilirse, eleştirel düşünmenin önünü açan bir eğitim reformu
yapılırsa, ekonomimizin performansı yükselecek. 82 milyon nüfusuyla,
jeostratejik konumuyla, gelişmiş altyapısıyla, sanayisinin
seviyesiyle, tarımın sunduğu fırsatlarıyla Türkiye muazzam imkanlara
sahip. Bu imkanları iyi değerlendirelim diye çırpınmamızın sebebi bu.
Biz bu nedenle ekonomi derken demokrasi diyoruz yargı bağımsızlığı
diyoruz hukukun üstünlüğü diyoruz insan hakları diyoruz akademik
özgürlükler diyoruz liyakat diyoruz ifade özgürlüğü diyoruz. Demeye
de devam edeceğiz. Çünkü bu görevi, TÜSİAD?ın tüzüğünden alıyoruz.
Tüzüğümüzün amaç maddesini burada bir kez daha hatırlatayım: TÜSİAD,
insan hakları evrensel ilkelerinin, düşünce, inanç ve girişim
özgürlüklerinin, laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi
anlayışının, liberal ekonominin, rekabetçi piyasa ekonomisinin kurum
ve kurallarının ve sürdürülebilir çevre dengesinin benimsendiği bir
toplumsal düzenin oluşmasına e gelişmesine katkı sağlamayı amaçlar.
TÜSİAD, Atatürk?ün öngördüğü hedef ve ilkeler doğrultusunda,
Türkiye?nin çağdaş uygarlık düzeyini yakalama ve aşma anlayışı içinde,
kadın-erkek eşitliğini siyaset, ekonomi ve eğitim açısından gözeten iş
insanlarının toplumun öncü ve girişimci bir grubu olduğu inancıyla,
yukarıda sunulan ana gayenin gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla
çalışmalar gerçekleştirir. Bu maddenin verdiği güçle, diyoruz ki:
ekonomideki sıkıntıları aşmak için önce yönetim sistemimizdeki
sıkıntıları aşmamız gerekir.
Aksi halde, ekonomide atılacak adımlar pansuman niteliğinde kalır
yarayı tedavi etmez. Bu da bizi iç politikadaki sıkışmaya getiriyor.
Ekonomik performans düştükçe, arka arkaya yapılan seçimlerde,
seçim ekonomisi uygulanıyor. Yapısal sorunların çözümü hep ileri
tarihlere erteleniyor.
Bu sıkışmayı seçimlerle aşmaya çalışıyoruz. 2007?den bu yana
toplam 14 kez sandık kuruldu. İptal edilen İstanbul seçimlerini de
dahil edersek sayı 15?e yükseliyor. Peki bu kadar seçimi biz niye
yaptık? Yeni bir toplumsal uzlaşma sağlamak için. Değişen
toplumsal yapıya uygun yeni bir sistem kurmak için. Güçler ayrılığının
mükemmel işlediği, yürütmenin rahat çalıştığı, parlamenter denetimin
etkin olduğu, hukuk devleti kurallarının sorgusuz sualsiz işlediği,
ifade ve medya özgürlüklerinin güvence altına alındığı, yargının
bağımsızlığından ve tarafsızlığından kimsenin en ufak bir kuşkusunun
bile olmadığı, her vatandaşın kendisini eşit ve muteber vatandaş
olarak gördüğü, kurumsal yapıların güçlü, düzenleyici kurumların
bağımsızlığının garanti altına alındığı bir sistem kurmak için.
Bu sistemi kurabildik mi?

Bugün geldiğimiz noktaya bakarsak, henüz evet diyemiyoruz.
Parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş henüz
tamamlanmamış gözüküyor. Türkiye Cumhuriyeti gibi büyük ve köklü bir
devletin sisteminin değiştirilmesi ve uyumlulaştırılması daha süre
alacak gibi gözüküyor.
Cumhurbaşkanlığı sisteminin kurumsal yapısı henüz oturtulamadı. Bu
da, her alandaki sorun alanlarının üzerine etkin biçimde gidilmesini
engelliyor. Bunların yanı sıra bir de toplumsal kutuplaşma ve gerilim
var. Art arda gelen seçimlerdeki sert ve toplumu ayrıştıran söylemler
maalesef toplumsal huzuru bozuyor.
31 Mart seçim döneminde de böylesi bir propaganda dönemi yaşandı.
Seçim sonrasında muhalefet liderinin saldırıya uğraması, siyasi
gerilimi daha da yükseltti. İstanbul seçimlerinin iptali ile, siyasi
gerilimin bir süre daha devam edeceği belli? Bunlara rağmen, insanımız
sağduyusunu ve soğukkanlılığını koruyor. Etrafımıza bakıyoruz
sokakta, üniversitelerde, mahallelerde, gençler arasında bir
kutuplaşma görmüyoruz. Seçmen, büyük bir siyasi olgunlukla, feraset ve
vakarla davranıyor. Çünkü demokrasinin ilkeleri, vatandaşlarımızda
derinlere kök salmış durumda.
Sandık sonuçları da siyasetçiler arasındaki kutuplaşmanın karşılık
bulmadığını gösteriyor. 31 Mart?ta insanımız, ayrışma değil, birlikte
hareket edilmesini istedi ve bu talebini verdiği oylarla gösterdi.
Birçok büyükşehir belediyesinde CHP?li belediye başkanlarına AK
Partili belediye meclisleri ile birlikte uyumlu çalışma görevini
verdi. Ve şimdi bunun sonuçlarını bekliyor. Üçüncü sorun alanı ise
dış politika. Bize özgü sorunların üzerine bir de küresel ölçekteki
gelişmeler ekleniyor. Sorunlarımız katmerleşiyor.
Dünya, teknolojide, üretim yapısında, küresel güç dengesinde,
siyasi ve toplumsal değerler sisteminde ciddi değişikliklerle karşı
karşıya. Küresel sistemde üst üste binen ekonomik, güvenlik, çevresel
ve insani sorunlar karşısında liberal uluslararası düzen kendisinden
beklenen çözümü üretemiyor. Küresel güç dengesi uzunca bir süredir
batıdan doğuya doğru kayıyor. Ekonomik gücün kayması, siyasi gücün de
kaymasına yol açıyor. Çin-Rusya ekseni ekonomik ve siyasi olarak
etkisini artırıyor. İki farklı blok arasında giderek yükselen bir
hegemonya mücadelesi yaşanıyor. Ülkemiz de bu durumdan etkileniyor.
Hegemonya mücadelesinin ortasına çekiliyoruz. Küresel ekonomik
dengelerin doğuya doğru kayması, ekonomik ilişkilerimizde doğunun
ağırlığını ister istemez artırıyor. Ekonomik ilişkiler, beraberinde
siyasi etki alanının genişlemesini getiriyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasının liberal ekonomi ve demokrasi
modelinden farklı olarak, Çin-Rusya eksenini, devlet kapitalizmi ve
otoriterlik şekillendiriyor. Bu da bu ülkelerle ilişkilerimizin
niteliği konusunda hassas olmamızı gerektiriyor. Elbette, güvenlikle
ilgili talepleri karşılanmadığı, kaygıları giderilmediği takdirde, her
ülke gibi alternatiflerini değerlendirir. Ama, dış politika, hele de
savunma ihtiyaçları ülkenin uzun vadeli milli menfaatlerine göre
oluşturulur.

Bu nedenle ittifaklar kolay kolay değişmez. vrupa Birliği ve
Türkiye?nin Avrupa Birliği?ne tam üyelik perspektifi, Türkiye için
ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Ancak bu ilişki de karşılıklıdır.
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin geleceği, Avrupa?nın küresel
sistemin barış, refah ve istikrar merkezi olma vizyonuyla da
uyumludur. Nasıl ki ekonomik durumla iç politika birbirini etkiler
dış politika ile iç politika ve ekonomi arasında da benzer bir
etkileşim vardır.
Uluslararası ilişkilerdeki gerilimler, TL?nin değerinde sert
düşüşlere neden oluyor. Bu sert düşüş reel sektörde maliyet artışına
yol açıyor üretim ve yatırım kararlarını bozuyor şirketleri mali
olarak zayıflatıyor iflaslara yol açıyor. Eğer Türkiye küresel
düzendeki yerinin hiç tereddütsüz biçimde kural temelli uluslararası
sistem içinde olduğunu herkese gösterebilirse ve AB tam üyelik
perspektifini güçlendirebilirse, bu durum ?toptan ve çok yönlü? bir
reform niyet ve taahhüdü anlamına gelir. Türkiye yeniden dış kaynak
çekmeye başlar.
TL tekrar değer kazanır, dolarizasyon geri çevrilir ve ekonomideki
konjonktürel sorunlar hafifler. Eğer toplumsal uzlaşı sağlayabilirsek,
güven ortamını tesis edebilirsek, yönetim modelindeki sorunları
aşarsak, ekonomideki yapısal sorunları çözme yoluna gireriz. Bu aynı
zamanda dış politikadaki sıkışıklığı da aşmanın zeminini yaratır.
Ekonomik olarak güçlenen ve siyasi istikrarı sağlayan, toplumsal barış
ve huzuru tesis eden Türkiye?nin dünya sistemindeki konumu da
güçlenir. Unutmayalım, devletlerin gücü ekonomideki güçlerinden gelir.
Ekonomik olarak zayıf olan, finansman sorunu çeken, tasarrufları
yatırımlarını karşılayamayan ülkeler, ekonomileri güçlü olan ülkelere
tâbi hale gelirler. Bunun tersini düşünmek hayalciliktir. Güçlü bir
ekonominin temelinde ise güven vardır. Güveni inşa etmek çok zordur.
Tuğla üzerine tuğla koyarak örülür. Ama bin bir zahmetle örülen bu
duvar bir anda yıkılabilir.
Biz ayrışırsak, birbirimize güvenmezsek, dışarısı bize hiç
güvenmez. Görünüyor ki, önümüzdeki sorunları çözmeye başlamamız
gereken yer kamplaşmayı bir tarafa bırakmak ve ülkemizin yüksek
menfaatleri konusunda uzlaşmak.
Sayın Cumhurbaşkanımızın seçimlerden sonra Türkiye ittifakı
çağrısı yapmasının ve geçen hafta hiç kimseyi dışlamayan, kuşatıcı bir
anlayışa vurgu yaparak milletimize birlik çağrısını yinelemesinin,
toplumsal uzlaşı açısından önemli olduğunu düşünüyoruz.
Toplumlar zor zamanları güç birliği yaparak aşar. Nasıl ki hem
ülkemizin kurtuluşunu hem de Cumhuriyetimizin kuruluşunu birbirimize
kenetlenerek başarmışsak, bugün de sorunlarımızı aynı şekilde aşarız.
Başka çaremiz yok! Kutuplaşmayı bitireceğiz.
İktidar, muhalefet, iş dünyası örgütleri, sendikalar, sivil toplum
hepimiz el birliği yapacağız. Bu el birliği ile hem demokrasiyi hem
de ekonomiyi güçlendireceğiz. Yaşamakta olduğumuz sert ekonomik
daralmayı demokrasi içinde atlatmak, Türkiye tarihi açısından başlı
başına çok önemli bir gelişme olacak.


Foreks Haber Merkezi ( [email protected] )
http://www.foreks.com
http://twitter.com/ForeksTurkey