Ana SayfaYazarlarFatih ÇilSürdürülebilir Kalkınma
Fatih Çil [email protected] Fatih  Çil

Advocatus Dei, Ekonominin Yeni Manga Carta’sı, Sürdürülebilirlik Bilimi ve Dünya’nın Rosetta Taşlarını Okumak

04 Eylül 2015, 12:18 - -

Bilim insanları yaşanan küresel ısınma ve iklim değişikliğine yüzde 97’lik bir oranda “kul” yapısı (anthropogenic); yüzde 87’lik bir oranda da çok tehlikeli bir problem diyorlar.(1) Uluslararası kamuoyu düşüncesi de neredeyse bu oranlara yakın.(2) Son olarak büyük dinlerin âlimleri de benzer şekilde aynı kanaatte olduklarını açıkladı.(3) Lakin konuya aynı düzlemde bakmayan insanların sayısı ve çalışmaları hiç degöz ardı edilebilecek seviyede; yabana atılabilecek türde değil. Peki, bütün bunlar ne demek oluyor; hangi anlama geliyor? 

Biliyorsunuz gezegenimiz insan faktörüne bağlı olmadan belli dönemlerde ısınmış belli dönemlerde de soğumuştur. Hatta buzul çağları ile çok sıcak ve kurak binyıllar geçirmiştir ve tekrargeçirecektir. Eğer şu anda yaşanan global ısınma ve iklim değişikliği yine bu sebeplerden kaynaklanıyorsa; türlerin yok olması gibi ciddi sonuçlara yol açsa bile sahip olduğumuz ekonomik ve endüstriyel model ile bugünkü yaşam tarzımızın bununla bir alakası yok, dolayısıyla önerilen yeni bir model* için herhangi bir zorlama ve tedbire de gerek yoktur, denilebilecektir. Aksine, bu sorun büyük oranda yaratıcının kulları tarafından çıkarılan sera gazları kaynaklı ise ve ciddi sonuçlara yol açacaksa tırnak içinde samimi bir tövbeye, istiğfara, tefekküre ve adam akıllı kefarete ihtiyaç duyulacaktır.

Yani “Küresel ısınma var ve çok ciddi sonuçlara yol açabilir” demenin kendi başına, dünyanın dizayn etmeye çalıştığı yeni ekonomik kalkınma modeli açısından hemen hemen hiç bir önemi bulunmamaktadır. Zira iklim, insandan bağımsız değişiyorsa ortaya koyacağımız kalkınma modeli farklı, insan faaliyetlerinin sonucu olarak değişiyorsa ve sonuçları hafif değil yıkıcı olacaksa çok daha farklı olacaktır. Bunun anlamı kısaca budur.

Bu konuda aldıkları inisiyatifin dikkat çekmesi ve daha görünür hale gelmeleri sebebiyle tövbe ve istiğfardan hareketle dini kurumların pozisyonunu biraz daha açarak devam edersek “bazı” âlimler, küresel ısınma konusunu “Yaratıcı her şeyi mükemmel yaratmıştır. Dolayısıyla mükemmel bir sistem bozulamaz. Her yaşanan onun kudreti ve bilgisi içindedir. Bu durum da onlardan biridir” şeklinde yorumlayıp samimi olanların yüreğine su serperken, ekonomik sebeplerle tövbeyi, istiğfarı ve kefareti istemeyenleri istemeyerek de olsa cesaretlendirmektedirler.

Ancak dünyada birçok din, mezhep, tarikat ve bunlara bağlı yüz binlerce din âlimi vardır. Aynen bilim dünyasında olduğu gibi kahir çoğunluk; İslam âlimleri de dâhil;  bilim dünyasının paralelinde düşünmekte; bugünkü yaşam kurgumuzla gezegenin sahip olduğu ve yaratıcının çizdiği sınırları aşındırdığımızı, bahşedilen nimetleri kullanırken ölçülü davranılmasını ve bu konuda mutlaka bir “pozisyon” alınması gerektiğini vaaz etmektedirler.

Dini arka plan böyle iken vaaz eden din âlimleri içinde en önemlisi ve açıklamalarıyla en ses getireni hiç şüphesiz Arjantin doğumlu olan 266’ncı Papa Francis’tir ve Francis, diğer dinlere mensup insanları, hatta atheistleri; agnostikleri, deistleri de hedefleyerek 5 dilde yazdığı 184 sayfalık “Laudato si”  “Hamdolsun” başlıklı Papalık mektubunda Tanrı’nın emaneti olan gezegenin mahvına, yaratılışın bütünlüğüne, insan onuruna, fakirlerin ezilmesine ve milletler arasında adaletsizliğe yol açan bugünkü modelin “tahrik sistemini” oluşturduğunu söylediği fosil yakıt endüstrisini; Katolik ilmihaline göre insan doğasına aykırı bulunan kapitalizmi, onun çocuğu olarak gördüğü ekonomizmi baş suçlular olarak ilan etmiş; başıboş serbest piyasaya şeytanın gübresi ve sinsi diktatörlük demiş, büyük şirketleri ve gelişmiş sanayi ülkelerini yerden yere vurup bu kötülüklerin nişanesi olarak gördüğü global ısınmaya karşı “yeni bir haçlı seferi” başlatmıştır.

Ve Papa, Aziz Pavlus’un Romalılara yazdığı mektubu hatırlatan, tümevarım ile tümdengelimi; bilim ile dini uzlaştıran bu mektubundan hemen sonra, başkanlığını Michael R. Bloomberg’in yaptığı “C40 Şehirleri” inisiyatifine üye 60 mega şehrin belediye başkanı ile bir zirve düzenlemiştir. Bu zirveye, ABD’den ayrılsa dünyanın 8’inci büyük ekonomisi olabilecek ve küresel ısınmayı tüm kalkınma politikalarının merkezine alan Kaliforniya’nın valisi, Jerry Brown bile katılmıştır.

Hal böyleyken Papa, 22 Eylül’de ABD’yi ziyaret edecek ve global ısınmayı Amerika’nın en büyük güvenlik tehdidi ilan ederek fosil yakıtlara kendisi gibi savaş açan Başkan Barrack Obama ile görüşecektir. Bu görüşmeden hemen sonra ise 1,5 milyon Katoliğin geleceği öngörülen vaaza katılacaktır. Amerika’da İtalya’dan çok daha fazla sayıda Katolik olduğu; bütün bu faaliyetlerin iklim değişikliği üstüne Aralık ayında Paris’te yapılacak, sıcaklığı sanayi öncesi seviyeye çekmek üzere ülkelerin salınımlarını düzenleyecek ve hukuki olarak bağlayıcı olacak COP21 konferansından önce yapılacağı da unutulmamalıdır.

Peki, Papa’nın global ısınma ve ekonomik kalkınma tartışmalarının tam ortasına girmesinin diğer yansımaları neler olmuştur? Papa’nın ekolojiyi moral ve insan hakları konusu yaptığı ve bir çevre tezi olmadığı açık olan sirkülerinde “Bırakınız yapsınlar” kapitalizmini çok sert şekilde eleştirip global ısınma ve biyoçeşitlilik gibi konuların sadece “serbest piyasaya” ya da “gelişen teknolojiye” bırakılamayacak kadar önemli olduğundan hareketle çözüm için devletlere ve iş dünyasına çağrıda bulunarak ekonomi, ticaret ve üretime dar ve kısa dönemli bakan mevcut modelden kurtulup yeni bir model istemesini “ kültürel global devrim” çağrısı diye tanımlayan entelektüeller olduğu gibi “Marx’ın tarihi rolü için “üretimi reorganize etmektir” dediği kapitalizmin başarısı sonucu orta sınıfa atlayan  işçi sınıfı da dâhil alt gelir düzeyindeki insanların, kiliseyi aşarak Tanrı’yla direk ilişki kurmak istemesinin önünü almaya yönelik bir çaba” olarak yorumlayan; ilgili metni batı kültürüne saldıran, bilimsel olarak yanlış ve tutarsız, etik olarak zayıf ve gerici bulan; çağdaş bir yeniden bölüşüm sistemini arzu etmekten öte bağışları artırmaya yönelik bir aksiyon olarak değerlendiren entelektüeller de bolca mevcuttur.

 Başarısızlığın asıl sebebinin kapitalizmi dizginlemeye; serbest piyasayı engellemeye çalışmak olduğunu ve dünyanın ekonomik haritasına bakınca bunun açıkça görülebileceğini iddia eden bu entelektüeller, işçi sınıfının geldiği nokta itibari ile Marx’ın analizlerinin yanlış çıktığını, kapitalizmin bu reorganizayonu  görülmemiş bir verimlik artışıyla yaptığını, oluşan “artı değeri” işçiyle paylaşarak onları orta sınıfa çektiğini, yedek işgücü ordusu kurmadığını, optimist “Deist” olan ve “hayırlı doğa yasaları” tarafından yönetilen bir dünyaya inanan; fikirleri Charles Darwin’e de yol gösteren Adam Smith’in “dükkancılar milleti” dediği bugünün modern şirketlerinin sadece makine veya binaya yatırım yapmadığını,  işçileri kimliksizleştirip sömürmediğini, aksine yeteneklere ve entelektüel sermayeye yatırım yaparak doğa konusunda hassas davrandığını dillendirip esas olarak başarısızlığın kapitalizm dışı bölge, sektör ve ülkelerde görüldüğünü de sıkça tekrar etmektedirler.

Fortune dergisinin Papa’nın “sol” görüşlerine karşı;  kapitalizmin ve insanların  geleceğini şirketlerin aldığı pozisyona bağladığı; LynnForester de Rothschild, John Mackey, Michael Porter, MarcBenioff, Paul TudorJones gibi isimlerin “ululamadan” “kapsayıcı, adil, vicdanlı, duyarlı, bölüşümcü” gibi sıfatlar ekleyerek modifiye etmeye çalıştıkları bu politik ekonomik sistemin; şirketlerin sosyal soruların çözümünü iş stratejilerine eklemeleriyle sadece tolere edilmekle kalmayıp övüleceğini yazdığı sayfalar ve başlattığı kampanya tartışmaların geldiği nokta itibari ile ilginçtir.

Papa’dan bu kadar bahsetmişken 41 milyar dolarlık servetiyle ABD’nin 3’ncü zengin iş adamı; Oracle’ın sahibi LarryEllison’un “Pc’nin Papası” dediği  ve eğer devlet olsaydı ekonomik sıralamada 65’inci sırada yer alacak Bill Gates’in bu tartışmalar içindeki yerini atlamamakta da fayda vardır. Daha “insancıl bir kapitalizm”  öneren Bill Gates, WarrenBuffett’la birlikte kurduğu  “GivingPledge” adlı hayırsever milyarderler organizasyonu ile toplumun sorunlarını çözmek üzere çok büyük bağışlar yapmaktadır. 42 milyar dolarlık bağışıyla Gates çocuk felci, sıtma, AIDS, deprem, sel, fakirlik ve tabiî ki küresel ısınma gibi sorunlarla mücadele etmektedir. Andrew Carnegie’nin “Gospel of Wealth” “ Servet İncili”nde vaz ettiği düşünceleri kendine rehber edinen ve “yaratıcı kapitalizm” fikrini savunan Gates, “kellik ilacı üretip sıtma ilacı üretmeyen” serbest piyasanın çatlağa sahip olduğunu, bu noktada zenginlere tarihi görev düştüğünü fakat bu çatlağın en optimal şekilde şirketlere kar sağlayacak bir “iklimin” oluşturulmasıyla tamir edilebileceğini ifade edip;  insanların yaşam kalitesini yükseltecek bu hizmetlerin piyasa tarafından ancak bu şekilde karşılanabileceğini savunmaktadır. Bu duruşuyla Gates’in, öldüğünde ailesine servetinin sadece %5’ini bırakan çelik kralı Carnegie’nin toplumsal sorunlar ile mücadeledeki anlayışını benimsediği açıkça görülmektedir. Hatırlamak gerekirse Aziz Paul’dan ilham alan Carnegie, büyük servetle ölen kişinin utanç içinde öleceğini, zenginlerin servetin “kâhyaları” olduklarını, bir insanın büyük servete ulaşmasının Tanrı’nın isteği olduğunu, uzun vadede büyük servetin sadece ahlaklı insana nasip olacağını, maddi zenginlikle ulusal karakterin daha yumuşak, neşeli ve âlicenap olacağını; bu yüzden sermayenin güçlü ve bilgili ellerde toplanmasının, çok sayıda bilgisiz ve güçsüz kişiye dağılmasından verimlilik açısından daha hayırlı olacağını söylemiş; ölmeden önce de servetinin %95’ini kendisinden ayırarak sosyal işlere vakfetmiştir. Gates de Carnegie gibi, kapitalizmin tüm handikaplarına rağmen insanları zenginleştiren, onların hayatını iyileştiren bir sistem olduğunu, basta fakirlik olmak üzere sorunların sivil toplum ve devletin iş birliği ile çok daha kısa zamanda çözüleceğini ancak insanların sorunlarını asıl çözecek olanın daha iyi yaşam için uygun teknolojiler üreten şirketler olduğunu kuvvetle vurgulamaktadır. Bu açıdan Gates’in “Bırakınız geçsinler”  kapitalizminin “imanlı” savunucuları olan ve “Bunlar roman. Yazarın şahsi fikirleridir. Gerçek değildir “diye değerlendirdiği Atlas Shrugged  ve TheFountainhead kitaplarının yazarı AynRand ve Nobel ödüllü iktisatçı MiltonFriedman’dan “itikaden” ayrıldığı aşikârdır.(4)

Bu noktada global ısınma taraftarları ve karşıtları arasında ve bunların kendi içinde fikir ayrılıkları, birbirlerini bazı lobilerin (örneğin KochKardesler, ExxonMobil- Blomberg, Microsoft) veya odakların tetikçisi olarak suçlamaları bilinen bir durumdur ancak özellikle Amerika’da Evanjelik mezhebine bağlı ve genelde Cumhuriyetçilere oy veren, bir yönüyle de enerji sektörü ile alakalı veya ilgili bu grupların içindeki çok sayıda“Hıristiyan” kökenli insanın; ki Cumhuriyetçi başkan adayları da dahil Amerikan halkının önemli bir kısmıhâlâ insan kaynaklı bir ısınmaya “sıcak” bakmamaktadır; Latin Amerika kökenli Papa’nın Demokratlarla işbirliği yapan şeytani bir “solcu” veya bilim ve tabiat yasalarını önceleyen bir “kâfir” (Tanrı, elinde sihirli değnek tutan sihirbaz değildir; sebepler, fiziki sabiteler ve doğa yasaları da tanrının iradesidir, demiştir) olabileceğini şimdiden düşünmeye başlamaları daha önce de bahsettiğim gibi bazı insanları bu konuda ikna etmenin zorlukları açısından kayda değerdir. Bakara 117, Enam 73, Nahl 40, Yasin 82’nci ayetlerde geçen “kun fe yekûn” ifadesi, mealen "Ol Der ve Olur” bu noktada hatırlanmalıdır.

Özetle: Soğuk savaş sonrası pasif pozisyonunu terk ettiği hissedilen Vatikan’ın silueti her alanda hissedilirken Zen Budizim’e inanan ve TheChristandtheBodhisattva; ReligiousFaithandDemocraticHumanism; Spiritand Nature - Whythe Environment Is a ReligiousIssue: An InterfaithDialogue başlıklı kitaplar yazan  John DavisonRockefellerSr.’ın büyük, büyük, büyük torunu Steven Rockefeller’in “Earth Charter” adına yaptığı ve “bizim de sesimizdir” dediği Papa’nın LaudatoSi’sinin ne anlama geldiği iyi anlaşılmalıdır.

Vatikan’daki muhafazakarların, evanjaliklerin ve kapitalist entelektüellerin ciddi eleştirilerine rağmen 2000 yıllık “ahlaki” otorite, 1,2 milyar Katolik, iyi eğitilmiş 200 kardinal, 5000 piskopos, 450.000 papaz, 250 milyar dolara yakın yıllık sosyal harcama, diğer dinlere, devletlere ve iş dünyasına barış çağrısı, kişisel karizma ve sempati ile Papa Francis’inçıkışı çok iyi analiz edilmelidir. Amerika dâhil sosyal hizmetlerin bazı araştırmalara göre yarıya yakını yapanKatolik Kilise’nin “kutsal babasının” aldığı pozisyon yabana atılmamalıdır. Bu noktada İncil’de “Sizin dünyada bağladığınız cennette de bağlanmıştır. Sizi duyan beni duyar; sizi reddeden beni reddeder; beni reddeden, beni göndereni reddeder” satırları yol göstermesi açısından önemlidir.

Binaenaleyh büyük dinleri, devletleri ve iş dünyasını (wemeanbusinesscoalition) ortak bir noktada buluşturan Zeitgesit’in ürünü olan COP21 toplantıları sonrasında, insan yapısı yıkıcı global ısınmanın yaşanılan ama tam olarak anlamlandırılamayan, duyulmamış, entelektüel ve bürokratik elitlere veya vahvahlanma sohbetlerine terk edilmiş bir mevzu olmaktançıkıpyatırım kararlarını, maliyet ve kâr dağıtım tablolarını etkileyecek “inanılması” ve “uyulması” gereken bir “gerçek” olarak herkesin önüne gelip gelmeyeceği noktasında bahse pek gerek yoktur.(4)

 Bileşik Devletler’de yaşları 8 ile 19 arasında değişen çocukların yeterli tedbir almadığı için Federal Hükümeti, yani Obama İdaresini mahkemeye vermesi; üyeleri arasında ExxonMobil, Chevron, PeabodyEnergy, KochIndustries ve American Petroleum Institute’nün bulunduğu, iddialar yüzünden Amazon, Coca-Cola, General Electric, Kraft, McDonald’s, Walmart, Google, Yahoo, Facebook, eBay , AOL, Microsoft, Yelp, Shell, BP,ConocoPhillips,OccidentalPetroleum, International Paper, News Corp., Overstock.com ve SAP’ın  üyelikten ayrıldığı  Amerika’nın en etkili iş örgütü TheAmericanLegislative Exchange Council’in (ALEC) kendisine  iklim değişikliği inkarcısı diyen 2 STK’yı “biz inkarcı değiliz” diye dava açmakla tehdit etmesi, Hollanda’da bir yerel mahkemenin hükümeti karbon emisyon hedeflerinde gevşeklik gösterdiği için mahkum etmesi ve hedeflerin tutturulmasına hükmetmesi; yani artık global ısınmanın vahvahtan mahkeme salonlarına gelmesi; bu değişiminin ayak sesleri olarak “kulağa” çarpmaktadır. 

Biraz ara verelim. Finansgundem.com’da yazdığımıza göre ciddi olup endekslerden bahsetsek iyi olacak. Dünya Benzerlik Endeksi verilerine göre en yakın potansiyel dünya benzeri gezegenler, “tahmini” hesaplarla 12 ışık yılı uzakta, üstünde kuş veya memeli yaşaması mümkün olmayan, – 40 ve +70 derece ortalama sıcaklığa sahip TauCeti E, TauCeti F’ dir.  Bunların birisi Dünya’dan  % 60 fazla diğeri Dünya’nın %27’si kadar ışık almaktadır ve sırasıyla dünya benzerlik endeksleri 0.77 ve 0.71’dir. Yani ikisinin de Dünyamızla bir alakası yoktur. Üstelik daha çok Venüs ve Mars benzeri olan bu gezegenlere saatte 28.000 km giden roketle çay molası bile vermeden varış süresi rakamla 462,587, yazıyla dörtyüzaltmışikibinbeşyüzseksenyedi senedir. Elimizde Atılgan ya da Stargate gibi araç ya da alet; yanımızda kritik anda doğru karar verebilen, sesi duyulduğunda tüm personelin kendini güven içinde hissettiği, insan onurunun tüm özellikleri taşıyan, insanlığın gelişimine kendini adayarak daha önce hiçbir insanın gitmediği gezegenlere, yıldız sistemlerine ve uzak galaksilere gitmiş “Kirk” gibi de bir kaptan şimdilik olmadığına göre Sizce bu bilgiden sonra Dünya’nın tahtasındaki ibre “yeşile” döner mi? diye sorarak sözlerimi bağlayayım.

Bir yeryüzü cenneti olan Dünyamızda 1700’lü yıllarda başlayan, terim olarak İngiliz ekonomi tarihçisi Arnold Toynbee tarafından popülerleştirilen “sanayi devriminden” sonra kurguladığımız mevcut ekonomik kalkınma modelimizin “hepimizin katkısıyla” iklim üstünde yaptığı etkilerin tespiti veen aza indirilme çabası, bu tartışmaların ana konusudur.

Hiç kimse bu Dünya’nın yaşama can veren özelliklerini bilerek yok etmek istememektedir. Söz konusu olan; önümüzdeki şartlar, onların sebep ve sonuçları ile önerilen çözüm yöntemlerine yönelik fikir ayrılıklarıdır. Ve bir kere daha anlaşılmıştır ki tarafları ve konuları çok ve çeşitli olan böyle dev bir challenge’da her devlete, şirkete ve toplumun her bir ferdine sorumluluk düşmektedir. Soruna bütünsel bakabilmek ve anlayış birliğini sağlamak başarmamız gereken en önemli adımdır. Ancak bu kolay bir mesele değildir. İdeolojilerin bilimden; kısa vadeli çıkarların haklardan; yakın ve direkt tehdidin uzak ve dolaylı tehditten daha önemli görülmesi ve gelecek iyimserliği: ki psikologlara göre bu insan beyninin evrimi ile alakalı bir konu imiş; insanların bu sorunu görmemesine, görse de çözüm önerilerini reddetmesine ya da kendi haklılığını dayatmasına yol açmaktadır.

İşte bu yüzden “doğru yolu” bulup bu yolda sağlam adımlarla yürümemizi; safsatayı gerçekten, dünyayı cennetten ayırıp akl-ı selimi başımıza getirmeyi “sürdürülebilirlik bilimi” sağlayacaktır. Sürdürülebilirliğin sadece kaynak planlamasından ibaret olmadığı ortada iken, buz dağlarını eriten değişen iklimin sebep ve sonuçlarını, bir birleri arasında bağ ve ilişkileri geniş ve dar açıdan tüm disiplinlerin desteğiyle inceleyip çözüm önerileri sunarak gelişecek bu bilime hiç şüphesiz üniversitelerimiz ev sahipliği yapacaktır.Dış evrimimiz olan medeniyetimizin genetik, fiziksel ve mental hastalıklarına şifa, insanoğlunun varlığının, aklının ve şerefinin zekâtı ve sadakası olan üniversitelerimiz tarafından bulunacaktır. Bu sebeple hepimizin üniversitelerimize destek ve onlardan  gelecek uyarılara kulak vermemiz hayatidir.(6)

Tüm bu hengâmenin arasında başlangıç olarak bir durup bu evrendeki yuvamızın değerini, bütün bu kıymeti yaratan “iklimin” önemini, onu birlikte paylaştığımız insanları ve diğer canlıları düşünmek en doğru; 40 sene önce Dünya’nın RosettaTaşı’nı (Reşit) okumayla özdeşleştirilen “ClimateChange: Are we on theBrink of a Pronounced Global warming"  başlıklı makalesiyle küresel ısınma terimine isim babalığı yapan, spekülasyonlardan uzak, savunucu, inkârcı ya da aktivist bir konum almadan bilimsel çalışmalarını sürdüren Wallace S. Broecker’in yayınlarını gözden geçirmek ise konuyu derinlemesine anlamak isteyenler için en isabetli tercih olacaktır. Zira “tefekkür” ile “işi ehlinden öğrenmek” bu toprakların insanlarının inancının en önemli düsturlarından biridir.

@sustainableturk

  

Not: Jevon’s Paradoksu’nun çözümü noktasında ahlak, vergi ya da regülasyon  üçlüsünden hangisine baş vurmak gerekir?  Bugünkü geldiğimiz teknoloji seviyesiyle global ısınmayı çözemez miyiz? Ya da geo-engineering, sera gazı üretmeyen nükleer füzyon tokamağı veya havadan karbonu süzen  mekanik ağaçlar bize rahat bir nefes aldırmaz mı? Petrol fiyatlarının düşmesi ve bu seviye içinde dalgalanması sonucu ortaya çıkan durum bir enerji felcine sebep olur mu? Düşük karbon ekonomisi nedir? Finansmanı nasıl olacak, gibi hem bilimsel hem de aktüel sorular gelmektedir. İnşallah soruları “Sürdürülebilir enerji” konsepti çerçevesinde yazacağımız bir dahaki seferki yazımızda değerli bilim insanlarından, deneyimli sektör profesyonellerinden ve dünyadaki meslektaşlarımızın çalışmalarından öğrendiğimiz kadarıyla cevaplamaya çalışacağız derken,  minik Aylan’ın fotoğrafı önümüze düştü. Söz bitti. Bu vesile ile içten selam ve saygılarımı sunarım.

*AdvocatusDei: Tanrı’nın Avukatı

* Düşük karbon ekonomisi

Kaynaklar:

1-http://opr.ca.gov/s_listoforganizations.php

2-http://www.ipsosglobaltrends.com/environment.html

3-http://fore.yale.edu/climate-change/statements-from-world-religions/

4-www.fpsct.org/uploaded/faculty/johnsonc/U_S_History/Unit_5/Gospel_and_Gates.pdf

5-http://www.wemeanbusinesscoalition.org/take-action

6- www.seturkey.net

7- Görsel: #KiyiyaVuraninsanlik

Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.

YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)
YAZARIN DİĞER YAZILARITümünü Göster