Dursun Ali Yaz [email protected] Dursun Ali Yaz

Ekonomi biliminin medeniyetler üzerindeki etkisi

05 Ocak 2015, 00:35 - -

İnsanlık tarihinin öne çıkan medeniyetleri, iktisadi altyapı ile düşün dünyası zengin topraklarda yeşermiştir. Başka bir ifadeyle sermaye ve bilimden yoksun coğrafyalar, bugün bile acınacak haldedir. Zira, kültür; paranın ayak izini takip eder.

Ekonomik iklimin bileşkeleri olan üretim sistemleri, sermaye hareketleri, mülkiyet sorunsalı, vergi politikaları ve ticarî ilişkiler ‘accountability’ şeklinde kavramsallaştırılan ‘hesap verme” üzerine yükselirken; bilim tarafına baktığımızda siyasal zemin, güzel sanatlar, hukuk reformları, kültürel referanslar ise “felsefe temelleri” üzerine inşa edilmiştir.

Yazı yokken hesap vardı, yine yazı yokken düşünme vardı. Fakat son üç yüz yılda başta düşünme yeteneğimiz olan felsefeyi, beraberinde ekonomik hayatımızın refleksi olan muhasebe ve raporlamayı günlük hayatımızdan bilinçli bir şekilde çıkararak hem ruhen hem madden çırılçıplak kaldık. Bu tercihimizin aksine ortaçağ Kıta Avrupası, ekonomik ve felsefi yapılanmaların beşiği olmayı başardı. Sonuç ortada.

Aksini deneyenler de olmadı değil. O dönemin hemen başlarından somut bir örnek verelim; Amerika’nın tüm madenlerini ele geçiren Portekiz ve İspanya, ‘Dutch Disease’ hastalığına kapılarak, aklın gücünü yani düşünsel hayatı reddetti. Bu tercihi ile dünya arenasındaki yerini sırasıyla Fransa, İngiltere ve Almanya’ya bıraktı. Çünkü kıymetli madenler ‘akıl’ ve ‘kültür’ olmadığında birer ağırlıktı suyun diplerine çeken. Şimdilerde ise ABD’ye vize alabilen Portekiz vatandaşları kendilerini talihli saymaktadır.

Ekonomi ve Medeniyet ilişkisi

‘Aradığını bilmeyen, bulduğunu anlayamaz’ önermesinden yola çıkarak, son bin yılın arayış ve bulunanlarından hareketle, felsefe hayatın gerçeğidir, desek yeterli olmayacaktı. Ekonomi hayatın gerçeğidir, desek zaten gülünç oluyoruz. Buna rağmen, insanların gözüyle düşündüğü gerçeğinden hareketle lafımızı sakınmadan devam ederek;

Aristo’lardan Tales’in teoremini, Euclid’in geometrisini, Arşimed’leri, Hipokrat’ları, Herodot ve Homeros’u, mitolojik kahramanları ve yine orta oyununun şahı Eşilos’u, Sofokles’i yok saydığınızda Batı uygarlığının düşünsel temellerini atan eski Yunan’dan da bir şey kalmayacağını söyleyelim. 

Batı medeniyetinin mali ve idari bacağını kuran Roma orijinli ilerlemeden bahsedelim. 21. yüzyılın hukuk fakültelerinde neden Roma hukuku okutulduğunu anlatalım bu millete. Birilerinden de Mecelle nerede, sorusunu özlemle bekleyerek!

Roma uygarlığının kurduğu şehirlerden belediyecilik anlayışını miras alan İtalya’nın rönesansını sorgulayalım!

‘Primus inter pares’ ülküsünden, burjuvanın oyuncağı olan aristokratların kral kellesi sepete düşünce ayıldığını hatırlatalım, lüks şatolarında. Kiliseyle derebeylerin ortaklığını yıkan, açlık ve sefaletten tüm Avrupa’yı kurtaran ‘keskin akılların’, ‘asil ve soylu eserlerin’ önemine vurgu yapalım.

Yeri gelmişken, ‘Bizi aldatan bizden değildir’ hükmüyle dünyayı aydınlatan Hz. Muhammed’in ve damadı Hz. Ali’nin ‘Erkeğin tesettürü göz kapaklarıdır’, düsturuyla sehli mümteni tarzına en iyi örnekleri verdiğini kayda geçelim.

İslam medeniyetinin bilinen dünyayı nüfuzuna aldığı bin yıl öncesi Cordoba caddelerini süsleyen kaldırım ve sokak lambaları altında romantik geziye çıkalım, Muhteşem kütüphanelerini ziyaret etmeyi ihmal etmeden. Aslında, önce Endülüs’ü ardından ortaçağı aydınlatan bu ışığın sokak lambalarından değil, Basralı Rabia, Alkındus (El-Kindi) Avennasar, Maverdi, Avicenna (İbni Sina), Gazali, Farabi gibi sayısız yüce insandan mürekkep olduğunu haykıralım.

Diğer yanda ise Leonardo Vinci, Michel Angelo Buonarotti, Raffaello, Michavelli olmadan İtalyan Rönesansının; Diderot’lar, D’Alembert’ler J.J.Rousseau’lar olmadan 18. yüzyıl Fransa’sının veba salgınları sonucu tarihten silinebileceği kehanetinde bulunalım.

Milyonlarca gencin milyarca lira harcayarak sınavlara hazırlandığı üniversitelerin, Alman Albrecht’lerden dekan ve Akinolu Toma’lardan rektör istihdam eden manastır kalıntılarına dek, ekonomik ve bilimsel kazanımların Roma İmparatorluğu’nun düşünsel harabelerinden yükseldiğini görüp irkilelim.

1215 Magna Carta’yla başlayan vergisel düzenlemelerin baronlardan parlamentoya geçişini izleyip, kapitalizmin azgın savunucuları olan püritenlerin dünya üretiminin yarısını tek başına yaparken, istila etmedik tek kara parçası bırakmamalarına hayıflanmayalım.

İngiltere’yi tüccarlar diyarı yapan Milton, Jocke veya Taylor, Herrick, Şekspir gibi yazarların Bağımsız Denetimin esaslarında, Melas Yasası’nın Amerika’nın bağımsızlığında, Londra’nın rutubetli kahvesi ‘Yeni Jonathan’s’ Londra Borsası’nın kurulmasında hiç katkısı olmadığı yanılgısında devam edelim.

***

Muhasebeci ve ekonomistler merak etmesin. Yoksul öğrencilere hamilik eden, tarihin ilk kolej hocası Luca’nın bir yandan kilisenin sonsuz topraklarının hesabını yaparken muhasebe kuramlarını icat etmeye başladığını, Petrarca’nın hümanist şiirleriyle coşan Mediciler, Fuggerler tarafından dünyanın ilk muhasebeciler odasının kurulduğunu yazalım.

Tanımlayıcı bakış açısından hareket eden pozitif muhasebe teorisi, akademik dünyamızda önemli mesafeler kat ederek, ekonomi bilimini günümüze uyarlamayı başarmıştır. Eksiklerine rağmen tastamam bir ticaret ve muhasebe hukuku ortaya çıkmıştır. Ancak bu birikimler, piyasaların temel sorunlarına çare üretmekten uzaktır. Artık kapsayıcı perspektiflerin, demir leblebi misali analizlerle yepyeni bir literatüre imza atarak sermaye piyasalarının entelektüel açlığını gidermesi gerekiyor. 

Daha yalın, daha bizden konuşalım. Hangi ekonomi politik temeller üzerine düşünürsek düşünelim, ekonomi ile felsefe kelimelerini barıştıramıyor isek; kurduğumuz medeniyetler acı çekmeye devam edecektir.

@DursunAliYaz

Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.

YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)
YAZARIN DİĞER YAZILARITümünü Göster